Biliyorum başlık çok sert. Bu başlığı okunmak için ya da durumu ajite etmek için atmadım. Yıllardır bunu düşünürüm. 99 depreminde Körfez’de gördüklerimden bu yana..
Deprem şuursuzuyduk. Televizyonlarda o zamanlarda koca koca adamlar “Arizona’daki deprem İstanbul depremini tetikler mi?” diye tartışmıyordu. Depremin şokunu atlatınca düzlük bir yer olsun diye Bahçelievler’den kalkıp Yeşilköy sahile koşmuştuk. Binalar tepemize devrilmesin diye doldurulmuş sahilde ölmemeyi bekliyorduk. Cep telefonları çalışmıyordu. Ki sonradan öğrendik ki fazladan vergisini bile ödediğimiz hatlar hiçbir depremde çalışmayacak. Arabanın radyosundan depremin merkez üssünü öğrendiğimizde Körfez’de oturan amcama ulaşmaya çalıştık. Mümkün değildi tabii. Babam ve beraberimizde bir iki kişiyle yola düştük. E-5’e çıkmamızla durmamız bir oldu. Şehirlerarası trafik kilitlenmişti. Babamın arkadaşı akrobasi hareketleriyle trafiği aşmaya çalışırken çıkan kavgada o cümleyi kurduğunda kendime gelmiştim: Cenazemiz var, yol versen ölür müsün?
Amcamla aramda çok güçlü akraba bağları yoktu ama bir cenazemiz olduğu gerçeği aklıma çakılmıştı o an.
Körfez’e vardığımızda amcamların bir yaz önce gördüğüm mahallesi tanınamaz haldeydi. O manzarayı fazlasıyla biliyorsunuz zaten. Anlatmama gerek yok. Yaşanacak bir depremde hayatta kalmak istemememin sebebini bundan sonra gördüklerim/yaşadıklarım oluşturuyor.
Bir iki bina dışında tamamı yerle bir olmuş sokağın başında bir tane kepçe duruyordu. Herkes yakınlarının cesedine ulaşma umuduyla göçükleri elleri ya da küreklerle kazıyordu. O kepçe ise sokağın başında duruyordu. Merakım fazla sürmedi çünkü herkesin sorduğu bu sorunun cevabı çabuk yayılacak türdendi. Kepçe kişiye aitti ve içindeki kişi sevdiklerinizin cesedini sizi ulaştırmak için 100 Alman Markı istiyordu.
Yaşadığım şoktan mıdır bilmem, amcamın ölümüyle ilgili bir sonra hatırladığım yer, yerleşim biriminin biraz uzağındaki camii avlusuydu. Amcamın cesedinin burada olduğu söyleniyordu. Camii morgunun kapısında çoğunluğu beyaz kefenlerde onlarca ceset yatıyordu. Onlardan biri amcamdı. Dedem bir yanda kendini yerden yere atıp Kürtçe bir şeyler söylüyordu. Bir taşın üstüne oturduğumu hatırlıyorum. Etrafı izliyordum. Yanımda oturan kadın kimin öldüğünü sordu.
-Amcam
-Başka?
-Başka yok. Amcam evde tekmiş. (Soruyu anlamamıştım.)
-Bütün ailem aynı binada oturuyorduk. 11 kişi. Ben neden ölmedim?
Bozuk türkçesiyle son cümleyi ya o tekrarladı ya da benim beyniminde yankılandı. Bilmiyorum.
Babamların bir şeylere sinirlendiğini hatırlıyorum. Ne oluyor diye yanlarına vardığımda imamın tabut için para istediğini öğrendim. Hangi para birimiyle çalıştığını hatırlamıyorum ama amcamı Viranşehir’e bir tabutta götürdüğümüze göre sorun bir şekil hallolmuştu.
Hafızası güçlü birisi değilim. Hele böyle kötü anıları hiç hatırlamam. Beynim onları silmese de bir yerle saklar. Ama bu bir kaç güne sığan bu iki üç anı hiç unutmadım. Belki de depremde hayatta kalmak istemiyorum gibi güçlü bir çıkarımın tezleri olduğu için beynim onları yakın bir yerde tutuyor.
Daha 35 yaşındayım. Yaş aldıkça ya da hayatta farklı tecrübelere sahip oldukça bu isteğim değişir mi bilmem. Ama şimdilik bildiğim ve istediğim bu. Bu acıları, bu acizlikleri, bu yok olamayışı çekmektense depremde ya da bir afette kimse bana elini uzatmayacak hatta elimdekileri almaya çalışacaksa kalsın, ben istemiyorum…