Türkiye’de olağan bir şeyin kalmadığının uzunca bir süredir farkındayım.
Ama yine de insan soru sormadan, yadırgamadan duramıyor işte…
15 yıldır çeşitli kurumlarda habercilik yaptım.
Ve bugün çok net bir fikre sahibim:
Fuat Avni isimli twitter kullanıcısı bir haber kaynağı olamaz.
“Ama söyledikleri çıkıyor” diyeceksiniz.
Belki öyle.
Sonuçta buna karşı çıkabilecek bir çalışma yapmadım.
Yazdığı şeylerin kaçı doğru kaçı yanlış diye bir veri yok elimde.
Zaten kendisini büründürdüğü kimlik buna da izin vermiyor.
Öyle ya “önceden haber verdiği bir operasyon” gerçekleşmezse bunu O’nun engellediğine inanmamızı da sağladı.
Yani onun “deşifre” etmeleri sonucunda pek çok belayı atlattı Türkiye.
Fuat Avni dehlizine dalmayayım şimdi.
Habercilikte çok basit bir ilke vardır: Kaynak…
Bu kaynağı haber yazan kişi bilmelidir. Kaynağın güvenilirliğini verdiği haberlerin doğruluğu, haberle ilişkili pozisyonu vb etkenler belirler.
Yayın organının, haberi yayınlama sebebini de kaynakla ilişkili olan, kaynağı yukarıdaki süzgeçlerden geçiren çalışanına olan güveni belirler.
Yani haberi yazan çalışan kaynak hakkında gerekli sorgulamaları yapmış kabul edilir ve çalışan ve kurum arasında daha önce güveni zedeleyecek bir örnek yaşanmadıysa haber yayınlanır.
Ancak Fuat Avni örneğinde bunun pek de mümkün olmadığı ortada.
Kaldı ki çağımızda Fuat Avni’nin hâlâ yakalanmamış olması da pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor.
Benim bu bildiklerimi Fuat Avni’yi haber yapan yayın organları bilmiyor mu? Tabii ki biliyor.
Peki neden haber yapıyor? İşte üzücü olan da bu.
Çünkü Fuat Avni kendi söyleyemediklerini söylüyor.
İşlerine geleni söylüyor.
Duymak istediklerini söylüyor.
Söyleyemediklerini söylüyor.
Düşman, muhalif tavır takınılan, eleştirel yaklaşılan, gücünü basına karşı orantısız kullanan kurum/kişi (adına ne derseniz deyin) karşısında bir birlik sağlanıyor ve “ben demiyorum Fuat Avni diyor” kolaylığına kaçılıyor.
Bir diğer vehamet ise bu haberler sosyal medyada okunduğu için temel ilke olan kaynak meselesi göz ardı edilebiliyor.
Burada akla daha vahim bir soru geliyor:
Dert haber yapmak, toplumu haberle buluşturmak mı?
Yoksa kendince belirlenen düşmanı yenmek ya da tıklanmak için değerlerden ödün vererek zafere ulaşma arzusu mu?