Mezarımı kazın, davulları çalın… (Selanik Türküsünün hikayesi)


Önemli Not: Kalemim yettiğince Bavul dergisinde sevdiğim türkülerin hikayelerini araştırıp yazacağım. Bu hikayaleri araştırdıkça sosyal medyanın türküleri de kirlettiğini farkettim. Mesela ekşi sözlüğe “uyduruyorum” notuyla yazılan bir hikaye kendini türkü sitesi diye tanıtan yerlerde yer alabiliyor. Bu konu üzerine Anadolu’daki üniversitelerde güzel çalışmaları olan güzel insanlar var. TRT arşivi de hala güzel bir kaynak. Bana bu bilgileri hikayeleştirmek kalıyor. Umarım beğenirsiniz… Tavsiyem hikayeyi okurken arkadan türküyü de dinlemeniz. 

Mezarımı kazın, davulları çalın… 

Nargilenin bile tadı yoktu bugün Rüstem Ağa için. Dumanı üflerken kafasını kaldırdı uzun uzun Hortacı Camii’nin minaresine baktı. Arkasından vuran güneş minareyi daha görkemli kılıyordu. Çocuktu, bu caminin içinde oynarlardı da imam kovarlardı her seferinde. Musevi, Müslüman, Hristiyan bir olur bayramlarda bu camiinin avlusunda şeker dağıtırlardı çocuklara. Selanik hepsine kucak açmış, Rüstem Ağa da herkese derman olmuştu. Bak şu Allah’ın işine de onun derdine derman yoktu bu dünyada. Kalktı, dükkana yürüdü, maaş günüydü. Çocukların paralarını tek tek verdi gönderdi. Tezgaha geçti, dükkandan eve gidecekleri kendi hazırlardı hep. Kızlara çiçekli basma, analarına da düz renk kumaş kesti. Omzuna attığında kumaşı dünyayı yüklenmiş gibi hissetti. Bir oğlum olsa şimdi o taşırdı dedi içinden, dükkanlarını kapatan dostlarına selam vere vere evin yolunu tuttu…

Her akşam Fitnat açardı kapıyı. En güzel kumaşı da o kapar, geri kalanları ablalarına tek tek o dağıtırdı. Her kumaş götürdüğü evde eniştelerden aldığı harçlıkla doğru bakkalın yolu tutulurdu. 16 yaşına gelmişti de evin küçüğü diye hep küçük kalmıştı Fitnat.

Rüstem Ağa, sabah kahvesini Fitnat’ın elinden içmeden çıkmazdı sokağa. Bıyıklarını tararken kahvesi gelir, sigarasını yakar en son ceketini giyer çıkardı her sabah evden. O sabah sadece onun değil, viran olası Selanik’in kaderinin değişeceğini bilse, yine aynısını yapardı…

Selanik 1916
1916 Selanik 

Köyden getirdiği ne varsa satmıştı, Mehmet. Anasına babasına kış için bir şeyler almayı kafasına takmıştı. Anama en güzel kumaşı alacağım dediğinde kahvedekiler Rüstem Ağa’nın dükkanını gösterdi. Kumaşları tek tek inceledi. Önüne konan her kumaşı sıkıyor, bırakıyor, çekiştiriyor, fiyatını soruyordu. Tezgah dolup taşmış, Mehmet sordukça soruyordu. Rüstem Ağa, çocukların kızdığını görünce kendi geçti tezgahın başına. “Delikanlı” dedi, bıyık altında gülüyordu, “nedir niyetin?”

  • Bir daha belki hiç gelmem Selanik’e, hem güzeli hem ucuzunu arıyorum.

Bir çırpıda anlattı Mehmet, 3 arkadaş geldiklerini, tüm hasatı sattıklarını, Selanik’te iş aradığını ama bulamadığını, köye dönerken alacaklarını… O konuştukça Rüstem Ağa’nın yüzü gülüyordu. Kan ter içinde kalmıştı Mehmet. “Hesap bilir misin?” diye sorduğunda Rüstem Ağa, kumaşların arasından kafasını kaldırıp yüzüne ilk kez baktı Rüstem Ağa’nın.

  • Bilirim, bilmem mi? Köyün bütün hesabı bendedir. Hep yaşlı bizim oradakiler, ne para bilir ne pul.
  • Ehh yeter artık köy de köy. Amma zırladın ha.

Yüzü gülüyordu Rüstem Ağa’nın…

  • Topla şunları, bana da bir kahve getir hemen. Yukarda yatacak yer var. İki ayda bir gidersin köye, paranı da o zaman veririm.

Mehmet duyduğuna inanamadı. Kahveyi taşırken aklında anasına kumaşlarını ne zaman götüreceği vardı hala…

Hep çalıştı Mehmet. Rüstem Ağa hep sevdi onu. En kirli işleri bile yapsa üstü başı tertemiz kalırdı Mehmet’in. Ondandır nereye gitse yanında götürürdü Mehmet’i. Eve eşyaları artık Mehmet taşır, evden siparişleri yine o alırdı. O gidip gelmelerin birinde gözü değdi gözüne Fitnat’la. Kapıda eli eline değdi. Bakkalın bahçesinde öptü ilk kez. Davullar çaldı çaydan aşağıya…

Anası anladı ilk kızındaki halleri. Babasına söylerken duymuştu Fitnat. Sabah kadar odasında bekledi babasını. Sabah kahve içmeden çıktı babası evden. Fitnat ne yapacağını bilemiyor, eve sığmıyordu.

Camiden yine sela okunuyordu. Bu hafta içinde altıncı cenazeydi bu. Kolera kol geziyordu da Rüstem Ağa ağzını burnunu kapamadan yürüyordu dükkana. Mehmet dükkanın önünü süpürürken gördü Rüstem Ağa’yı. Ağa’m dedi… “Ağa’m değil, baba diyeceksin. Ama en önce kızı alacaksın”

Selanik 1914
1914 Selanik

Mehmet’in başı döndü, dünya durdu. Soluğu köyde aldı. 3 gün gecikti dönüşü. Cenazeler yüzünden gecikmişti. “İstemeye eliniz boş gelin, kolera belasından herkesin cenazesi var” demişti Rüstem Ağa.

Fitnat, “baba sen nasıl uygun görürsen” demişti. Mehmet’in dünyası ayrı güzel dönüyordu…

Düğüne bir hafta kala geliriz dedi Mehmet. Köyde hazırlıklar bitmek bilmiyor, zaman geçmiyor ya da Mehmet’e öyle geliyordu.

Doktor, Rüstem Ağa’nın kulağına eğildi: Kolera dedi… ilaç dedi… dua edin dedi… düğüne 3 gün kala gitti dedi…

Rüstem Ağa’nın yüzü sigarasının dumanıyla bütünleşmişti. Tüm Selanik susmuş Mehmet’i dinliyordu. Bir duvarın dibine çökmüş, yüzünü minareye dönmüş, mırıldanıyordu:

Selanik Selanik viran olasın,

Taşını toprağını seller alasın…

Sen de benim gibi yarsız kalasın,

Aman ölüm, zalim ölüm, üç gün ara ver

Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Askerler
1913 Koleradan ölen Osmanlı Askerleri

Mezarımı kazın, davulları çalın… (Selanik Türküsünün hikayesi)

 

Not: Bu yazı Haziran’da Bavul Dergisi’nde yayınlandı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s